Cüzdanından bir fotoğraf çıkardı. Sararmış, bükülmüş. Derme çatma sıvalı bir odada yerden tavana kadar yığılmış yastıklar, yorganlar, köşede küçük bir televizyon, yerde boydan boya kırmızılı siyahlı bir halı… Odanın tam orasında bir kadın vardı; başında beyaz tülbenti, güllü elbisesi, kucağında da küçük bir erkek çocuğu. Çocuk, kadının tülbentinin altından çıkan kızıl örüğü tutuyordu. “Bu renk,” dedi, örüğü gösterdi. Sonra fotoğraftaki kadını elleriyle sevdi, bir öpücük kondurdu. “Anamın örüğünün rengi olsun.” İdil Nakiboğlu Dammer, Türk edebiyatına duru ve kahramanları son derece güçlü öyküler kazandırıyor. Her yerde görebileceğiniz, herkesten her an duyabileceğiniz yaşamları, seçtiği üslupla daha anlamlı bir şekilde hafızalarımıza kazıyor. Yolculuklara Kapılardan Çıkılır, dramatik ama bir o kadar da ölçülü... Çarpıcı ama bir o kadar olağan. Hatta belki, olağan olduğu için çarpıcı...