Genç Süryani'ye hoşça kal deyip, dükkandan çıktım... Olanları düşünüyordum: Süryani ülkesini, berberlik öğrenen Süryani Theodore Badal'ı, sesindeki hüznü, tavırlarındaki umutsuzluğu. Bu, aylar önce, ağustostaydı, ama o günden beri Süryani ülkesini düşünüyor, kadim bir halkın genç, uyanık ama umutsuz evladı Theodore Badal hakkında bir şey söylemek istiyorum. Yetmiş bin Süryani, bu büyük halktan geriye kalan sadece yetmiş bin kişi, gerisi ölüm uykusunda, bütün o zahmet ve harap olmuş ve unutulmuş. Onu bunu namussuz diye diğerlerinden soyutlamak hakça değil. Ermeni nasıl acı çekerse Türk de acı çeker. Saçma işte, ama bunu bilemezdim o zaman. Bilemezdim şu Türk dediğimiz insanın zorlandığı yola sapan, kendi halinde, dünya tatlısı bir biçare olduğunu. Ondan nefret etmenin, aynı hamurdan çıkma Ermeni'den nefret etmeye eşdeğer oldunu. Ninem de bilmezdi, hala da bilmiyor. Artık bunun bilincindeyim ben, ama kaç para eder? Zavallı Markar. Onun uyuşununa bakan, dünyada kimsenin derdi yok zannederdi, horlaması bir tücaarınki kadar zengindi; zira insanlar bu türlü şeylere eşittir... Basit şeylere bütün insanlar yan yanadır, müşterek, hazin ve değersiz; iyi bir pazarda insanın bini bir para. Çıplaklığın birliğinde yoksul insan, papaz, şair ve siyasetçiyle kardeştir. En heybetli kişinin başından sarığını alın; sofu papazın siyah cüppesini çekin; mağrur kalpten güveni alın; kibirli ruhtan teselliyi, geriye ne kalır? Bir ilinti, bir kaşıntı, bir horlama, bir burun çekiş, bir sızlanma; keçi gibi zıplama, bir osuruk ve bir papağanın saçma söylevi.