Ayaklarının altına kadar inen allı yeşilli örtülerin, rengarenk gelinliğin içinde sırat köprüsünde yürüyor gibiydi. Kına gecesinde, davul zurna yanık yanık çalarken; kadınlar, genç kızlar dudaklarında olgun insanlara has tebessümle, ellerinde kına taslarıyla meydanda usul usul dans eder gibi ahenkli ahenkli dönerlerken o, kendisini müzikli, törensel bir sorguda hissetmişti. İçinde birden yok olma arzusu doğmuştu. Rüyalardaki gibi kendisini gölgeleyecek, gözlerden saklayacak koyu bir karanlığın içine dalıp yok olmak, uçmak istemişti. Yok olmak? Ama nasıl, nereye gidebilirdi ki? Nasıl yok olabilirdi ki?