“Anlam zorbalığı da nedir?” “Şunu demek istiyorum: Anlamak elbette önemlidir; baktığın, içinde birlikte yaşadığın şeylere anlam vermek, onlarla anlamlı bir ilişkin olduğuna inanmak ve bu biçimde kendi varlığına da tesadüfle oluşmadığına inandığın mutlak ve sarsılmaz bir anlam vermek. Ama işte, yaşamın her safhasında, hem içinde yaşadığın dünyaya, hem dışına fırlatılmış olduğun Doğa’ya ve hem de insan uğraşı olarak kültürle insanlaştırmaya çabaladığın yeryüzüne, anlamsızlık ihtimalinden korkarak anlam dayatmak bir tür zorbalığa giriyor. İnsan, bunu kendisinin varoluşun merkezinde olduğunu varsayarak yapıyor. Oysa anlamak/anlamlandırmak değildir mesele; mesele kabul etmektir. Olduğu gibi, nasılsa öyle olarak kabullenmek ve sonra kabullendiklerinle dolaysız, önyargısız iletişim kurmak demek, karşılıklı konuşmak demek karşılıklı söyleşmek demektir. Anlama ısrarı, anlamadıklarımızı göz ardı etme tehlikesiyle karşı karşıya bırakıyor bizi. Esas olan, işte bu nedenle, anlamak değil, kabul etmektir bence. Tüm varlıkları oldukları gibi, ne eksik ne fazla, kabullenmek.”