“Kendi kuyruğunu yiyen yılan yahut aksak bir ritmin içindeki es gibi koltukta oturup akan zamanın başkalarına ne denli iyi geldiğini izliyordum.” Aziz hayatının herhangi bir sabahına uyanır. Biriken borçları için kapısına yığılan mahkeme kâğıtlarının, özel bir dershanede ne için yaptığını bilmediği öğretmenliğin ve geçmişin bir görünüp bir kaybolan izlerinin içinden çıkamadığı sırada, arkadaşı İhsan’ın aracılığıyla daha iyi şartlarda ancak biraz farklı bir iş bulur. Beklenmedik yeni işine uyum sağlarken, hayatında dönüm noktası olacak bir yolculuğa adım atar. Bu yolculuğuna arkadaşlıklar, ilişkiler, imkânsız aşklar ve kutsal kitaplar dahil olur. Bir bankta oturduğunda, Kadıköy'ün tanıdık sokaklarını yürüdüğünde ya da âşık olduğu kadınla yemek yediğinde, fonda şarkılar, kitaplar ve dizeler yankılanır. Geçmişle şimdi arasında dolaşan Aziz, madalyonun üçüncü yüzünde kendini arar. Sonat Yurtçu ilk romanı Vuslatlar Fasarya’da, içimizdeki çıkmazları ve hayatla tutuştuğumuz trajikomik kavgaları dinlemeyi sevdiğimiz şarkılar gibi anlatıyor. Karnım doydu, yüzüm güldü. Aklımda ne soru vardı ne sorun. Açmışım meğerse, bütün kötü düşünceler, eski gardırop ve mazinin göğsüme karabasan gibi oturması karnımın gurultusundanmış. Ama yine acıkacaktım, hiç geçmeyecekti bu özlem. Vuslatlardan bir şey olmazdı. Vuslatlar fasaryaydı.