Behiç Ak, kimliklerimizi inşa ederken devraldığımız anlatılara, hızlanıp büyüyen, durağanlaşıp köksüzleşen şehri de katıyor. Rolünü arayan, evini, sokağını sorgulayan, hep ötekini suçlayan üç kuşaktan kahramanlarının iç içe geçmiş, birbirini tamamlayan hikâyeleriyle sessiz hesaplaşmalarını dile döküyor. İstanbul’un üç farklı mekânında, üç kuşaktan, üç sıradan hayatın üzerine bir büyü tozu serpip usul usul öykülerini anlatıyor. Behiç Ak, Uyku Şehir’in içinde bazen bir flanör bazen de bir zaman yolcusu edasında yürüyor, nihilizme doğru evrilen, canlı ve çarpıcı bir toplumsal bakış sunuyor. “Bakımsızlık ve toz, bir kültürdür. En güçlü şey alışkanlıktır. Jaluzilerden kayan bulutlar, vapurlar, unutulmuş renkler, otomobil teyplerinin bile taşıyamadığı geçmişte kalmış ağır şarkılar, artık arkadaş toplantılarına alınmayan hüzün, ancak uzun uzun düşünülünce gülünebilen komiklikler hep oradadır. Hatta hayatın ritmini düşürdüğü için yasaklanan hikâyeler bile...”