“Dine bağlılığı kanıtlama yollarından biri de, başka dinden olanlara karşı gösterilen nefret ve düşmanlıktır. Dolayısıyla teokratik devlette, devlet yönetiminin başında bulunanlardan tutun da en küçük bir memura kadar herkes, gerçek iman ve kanaatleri ne olursa olsun, dindarlık satmaya, dindarlığıyla dikkat çekmeye, başka dine mensup kişi ve topluluklara karşı da nefret ve düşmanlık besler gibi görünmeye çalışır. Bütün ülkede ikiyüzlü bir dindarlık yarışı başlar, bütün ülkeyi bağnazlık havası kaplar.” Türk Devrimi’nin ve Altı Ok’un önemli kazanımlarından biri olan Laiklik ilkesinin ne denli yaşamsal olduğu, içinde bulunduğumuz dönemde çok daha iyi anlaşılmakta. Cumhuriyet’in laikleşme yolunda attığı ilk adımların, 3 Mart 1924’ün üzerinden tam bir yüzyıl geçti; bu ilkenin anayasal güvenceye kavuşması ise 1937 yılında olmuştu. Buna Karşın devlet yönetiminde laikliği hiçe sayan, akla ve bilime aykırı bir yönelişin olduğu görülüyor. Ordinaryüs Profesör Sadri Maksudi Arsal’ın, Tanziman’ın yüzüncü yılı nedeniyle 1939 yılında kaleme aldığı bu eser, laiklikten kopan devlet yönetimlerinin başına nelerin geleceğini çok açık şekilde ortaya koyuyor, laikliğe hava gibi, su gibi gereksinmemiz olduğunu tarihsel gerçeklerle kanıtlıyor ve geleceğe ışık tutuyor.