Kuş kusan kadınlar, yumurtadan çıkan çocuklar, kelimeleri tükenen bir dil ve sinestezik bir çeviri denemesi... Büyülü gerçekçi öğelerin ağırlığını hissettirdiği öyküleriyle Tavana Bak, oyunbaz bir ses eşliğinde tekinsiz bir yolculuğa davet ediyor okuru. Topluluk olmanın facialarını, mesafe ve boşlukları merak eden, biçimsel denkliği ve akışı sorgulayan bu ilk kitap, tavana bakarken mırıltıyla anlatılacak öyküleri bulmayı hedefliyor. “Ve onlara dedim ki, utancınızı size ben vermedim, korkunuzu da. (...) Sizi doğurduktan sonra doktor ya da avukat olsun diye büyüten de başkasıydı, arkanızdan bir kova hayal kırıklığını döken de başkası. Değerlerinizi veren de ben değildim, değersizliğinizi de. Sadece doğurdum sizi, sadece doğurdum ve sonra izledim. Bakmayın bana öyle. Nefreti size ben öğretmedim. Ne borçluyum size ne de sizden alacaklıyım. Tıpkı beni doğurduğunuz gibi, ben de doğurdum sizi sadece. Bir şey beklemeden okudum, üfledim, koydum sizi yola. Çırılçıplak, oracıkta.”