Spinoza, felsefe tarihinin aykırı siması. Platon’un “mağara benzetmesi”nde esaretten kurtulup çıkışı bulan, böylelikle güneşle, yani bilgiyle karşılaşan kadim dünyanın insanını, modern dünyanın tam göbeğinde tüm olumsuzlukları, başarısızlıkları, kederleri, olumlulukları, başarıları ve sevinciyle ortaya koyan bir ayrıkotu. Bir ve aynı kalan bilgeliği sadece düşüncesinde değil, hayatında da gösterebilmiş bir düşünürle karşı karşıyayız. Bu karşılaşma bizi felsefesinin farklı yönleriyle kuşatıyor ve “düşünmeyi unutmuş bir çağ”da bizi düşünmeye sevk ediyor. Spinozacı kavramlara atıfla, her “iyi karşılaşma”nın yapacağı gibi güçlendiriyor bizi bu. “Hurafeler” ve “önyargılar”la kuşatıldığımız, “insanların sanki özgürlükleri için savaşıyormuşçasına kölelikleri için savaştıkları” bir çağda, kendi gücümüzü, zihnimizin düşünme ve sorgulama kudretini bize yeniden tanıtıyor. Platon’un benzetmesine geri dönersek, mağaradan bir önderin peşi sıra değil, ancak kendi başımıza çıkabileceğimizi söylüyor.