“Daha önce sekiz yerinden bıçaklanan kadına gittik. Arayıp önden bilgi verdiler. ‘Kadınları koruma derneğinden aradılar, emniyet ihtiyacı yok, haberiniz olsun.’ Ambulans sokağa girer girmez mahalleli camlara döküldü. (...) Nefes darlığı şikâyeti için çağırmışlar... Göğsünde ağrı oluyormuş. Stresten, belli. ‘Olay ne zaman oldu?’ diye sordum. Dört, beş ay öncesi. Akciğerini üç yerinden delmiş bıçak. (...) Kadını kaldırdık. Şalvarlı bir kadın yardım etti. Diğer kanepede bir çocuk, başı öne eğilmiş. Bizden korkuyor gibi. (...) Çocuk şalvarlı kadındanmış meğer, bıçaklanandan değil. Aralarında rahat yirmi yaş var bıçaklananla, şalvarlı büyük. Bıçaklanan kadın ağır ağır indi beton merdivenlerden. Sevim’le ikisi arkada gitti, kadın kadına.” F. Mert Erdoğan, ambulans hekimi olarak tanık olduğu hayat parçalarını serpmiş tuvalin üstüne. Ağır hastalıkların, can çekişenlerin, COVID’in alarm kırmızısı da var tuvalin üzerinde, vaka dönüşü ambulansın penceresinden naylon eldivenle uzanıp toplanan vişnenin mor kırmızısı da... Yalandan ihbarların, yalan travmaların yol açtığı asap bozukluğunun grisi de var, hayat kurtarmanın açtırdığı gökkuşağı da... Sirenin, sedye örtüsünün mavisi de var, gözlerin ve muhabbet kuşunun mavisi de... Ambulans sadece bir hayat kurtarma “aracı” değil; ambulansın içinde, ambulansın etrafında bir hayat akıyor. Siren Sesleri, bizi o hayatın içinde gezdiriyor.