Neden tozpembe değildi ki her baktığım yer? Bulutların üzerine yatsam, tepinsem, mıncık mıncık her yanını sıksam olmaz mıydı? Ahh şu aynalar, sadece olanı gösteriyorlar, olmayanları da gösterseler ya... Ne de güzel olurdu... Hayat mı acımasız yoksa hayata yön verenler mi? Kurallar mı zor, yoksa kural koyanlar mı zorlayıcı? Ya insanlar... Küçücük kalpleri var, dünyalar kadar kederleri. Hayatı kendi elleriyle zorlaştırıp şişirirken küçük bir iğne batırıp hava kaçırtmıyorlar. Bırakın hayatın havasını, sönsün gitsin... Şiştikçe üfürmeyin, üfürdükçe nefessiz kalmayın... Doğarken yükleniyor omuzlarımıza nefeslerde üfürülen kederler... İsyan ediyoruz ağlayarak ama nafile, susturuyorlar bizi... Pışpışlıyorlar durmadan, bildiğin avutuyorlar bizi... Sinir olasım geliyor. Yok yok, gelmiyor, düpedüz sinir oluyorum... Henüz on altı yaşındayım. On altı bin çeşit derdim var. Dertlerimin kaç tanesi önemli? Bilmiyorum ama ne önemi var ki, dert mi dert işte. Önem derecesini ne ölçesim var ne de tartasım... Ne karışla ne arşınla uğraşabilirim. Yaşarken sindire sindire sinir oluyorum. Yaz yağmurları yağıyor içime. Sırılsıklam duygularım. Güneş doğudan değil, kalbimden doğuyor derken, sert duygular esiyor tepemden. Kar yağıyor kirpik diplerime. Üşüyen ellerim değil, kalbim değil, peki, neresi? Bilmiyorum. Tutarsız olan ben miyim yoksa hayat mı? Neden her şey gözüme batıyor? Bir söz, bir mimik... Yine depreşiyor içimden dalga dalga geliyor, dudaklarım istemsizce hareket ediyor: "Sinir oldum." Fatma Hilal Çinici