Koca gar binasının içindeki sabah yoğunluğu bir süre sonra Nebiye’yi yutarken Simitçi Hacer, uzun uzun baktı Nebiye’nin arkasından. Sanki bir şey söyleyecekmiş de söyleyememiş gibi. “Neyse dönünce söylerim,” gibi başını salladı. Sonra, “Hiç dönmeyecek ki,” dercesine gözleri garın sabah ışıklarına takıldı kaldı. Çok değil ama... “Ver bakalım abla şuradan bize iki simit,” diyen yorgun ve coşkulu yolcu çiftin gencecik sesine kadar. Genç kadının adının Serin olduğunu duydu duymasına ama bu ad, nedense Hacer’e o anda hiçbir şey ifade etmedi. Konuşmaları da... “O kadar çok aradım ki, ne oldu acaba...” diye gara karışan cümleyi ise duymaması mümkün değildi. Ancak o sırada garı çınlatan bir polis sireni her şeyi sise buladı. Görüntü buğulandı, sesler tozlandı. Nebiye, temizlik takıntısı olan bir edebiyat öğretmeni. Her yerde toz görüyor, sildikçe çoğalıyor toz, peşini bırakmıyor. Tozdan kaçarken tozla kaplanıyor Nebiye. Müge İplikçi Sil Baştan’da silinip yeniden yazılan kaderlerin diyarından bir kesit sunuyor bize. O kaderlerde hepimize ait bir ses ve o sese dair sözcükler var. O sese yazılmış falların bile zaman zaman zaman çaresiz kaldığı bir gerçekliğe sarsıcı diliyle katılıyor İplikçi. Hüzünlü bir hikaye... bir o kadar da muzip.