Mehmet Nuri Parmaksız, şiir, kültür ve edebiyata dair bütün birikimini; Şiir’den Post-Modernizm’e, Gönül’den-Türk Edebiyatında Mektup Geleneği’ne, İmge’den-Mevlana’ya kadar farklı konulardaki denemelerini sizlerle paylaşıyor. Geçmiş ve biz. Kültür deryası içinde akıntıya karşı kürek çekmeye çalışan sanatçı. İki yüzyılı aşan bir “batılılaşma” filminin oyuncuları olan şair ve yazarlar. Geleneğe karşı çıkanlar bazen onu yıkmaya ve baskı altına almaya çalışanlar; ne yaparlarsa yapsınlar ondan ve etkilerinden kurtulamazlar. Geleneğimiz bizim karakterimizdir. Onu inkâr, şahsiyetimizi inkârdır. Şiirimizde yapılması gereken, geleneğin yaşadığımız çağa göre yorumudur. Her şair bilinçli veya bilinçsiz bu gelenek duvarının üstüne bir tuğla koyar ve onu sağlamlaştırmaya çalışır. Hayatımızın girift bir çıkmaza girdiği eşyanın insan hayatına bu kadar çok tesir ettiği şu devirde, ikilemler içersinde kalan insanların mutlu olmak için kurduğu hayaller bu dünyadan çok uzakta... Aşk, seni tarif edebilmek ne mümkün ve hangi sözcüklerle seni anlatmaya kalksam kelimeler kifayetsiz kalır. İnsanı var eden üç kuvvet varmış: “Akıl, nefs ve gönül”. Bu üç güçten ikisi, mütemadiyen bir harp halinde “gönül” kalesine sahip olmaya çalışırmış. Ona hâkim olan, insana da hükmedermiş. Gönlün tam ortasındasın Süveyda. Sana sahip olan, “kalp diyarının” efendisidir; seni tanımlamak, aşkı çözmek demektir. Sen, aşkla varsın; seni aşksız kılmak, dermansız kılmakla müsavidir. Sen aşkta açarsın, aşk sende açar. Sen, güllerin sultanısın; her âşığın ulaşmak istediği son noktasın.