“Eğer beni tanımak istiyorsan, mezarlığa bakmalısın, beni anca realistliğe kavuşmuş kavukların içinde bulursun. Doğduğum memleket, hiç istemediğim bir yalandan ibaret, yüzümde beliren çizgiler, hatta sahteyle kaplanmış boyalarım, hayatıma karşı çıkan düşüncelerim de benim realistliğe örnek, hayalperestliği seviyorum, bunun sebebi Tanrı ya da beni tinselliğe iten insanlar, o yüzden, tavsiye istersen, gözlerini karanlığa çevir; çünkü ben, ulaşamayacağınız ayın içerisinden erişiyorum karanlıklara, aslında herkese gösteriyorum doğruluğu; ama hatırlayacağınız günü yazın bir kenara dediklerimi; çünkü sizin varacağınız gün beni mumla da bulamayacaksınız. Bundan dolayı sizden çok ben istiyorum gerçeklerle yüzleşmenizi, taşların başında konuşmanızı, merak etmeyin, sizleri göremeyeceğimi sanmayın, ben sizi karanlıkta avlanan bir kartal gibi görür, bir Tanrı gibi izliyor olacağım. Belki de başrol tekrar ben olacağım; fakat bilmiyorum ne zaman tekrardan adım atacağım hiçliğe?” derken, öyle mağrur ve öyle korkusuz ki Koşpınar, insanı tedirgin ediyor kelimeler arasında bir ipin üstündeki cambaz misali gezinmesi. Bana sesleniyor, sana, size, bize... Her birimizin üstüne alınacağı tehditkâr cümlelerini hoyratça savuruyor dünyaya. İsyanı var içinde, acısı, hüznü, umudu. Öğretmek istedikleri var, sesiyle ve kalemiyle ulaşmak istedikleri... “Karanlıklar içerisinde yaşattığım umut ışıklarımla sesleniyorum adlarınızı, kısa ve yolcu taşıyan bir taşıtın içerisindeyim, yönüm yok, pusulam yok, yıldızlara ağıt yakacak gücüm yok, düşlerimde büyüttüğüm çocuksu güvenimi ve gülüşlerimden uzak olan Yüce Tanrı’nın sadakatini beklemekten yanayım.” yıldızlara ağıt yakacak gücü kalmamış herkesin, kendinden bir şey bulacağı denemeler bekliyor sizi bu gizemin içinde. Kâh hüznü kâh sitemi kâh umudu kâh acıyı göreceksiniz kelimelerin gözlerinde, seslerinde ise mükemmelliğe tutkun olmanın getirdiği hissi tadacaksınız.