M. Kemal Paşa, M. Rıza Bey’in konuğu olarak İstanbul’dan Keskin’e gelir. Geç saatlere kadar oturulur, kahveler içilir ve hoş sohbetler edilir. M. Kemal Paşa, kendisine tahsis edilen odada istirahata çekilir. Sonra gecenin ilerleyen saatinde konağın bütün ışıkları sönmüşken bir anda, M. Kemal Paşa’nın odasının lambası yanıverir. Bunu gören konağın kâhyası da bu durumu M. Rıza Bey’e haber verir: “Paşanın odasının lambası yanıyor.” M. Rıza Bey, telaşlanır derhâl M. Kemal Paşa’nın kapısını çalıp odasına girer. M. Rıza Bey, “Kâhya odanızın lambasının yandığını haber verdi. Paşam, hayrola bir ihtiyacınız mı var?” diye sorar. Mustafa Kemal Paşa da “M. Rıza Bey, bir ses duydum ve korktum.” M. Rıza Bey, “Paşam, beni çiğnemeden seni benim elimden kim alabilir ki?” M. Kemal Paşa; “M. Rıza Bey, bir anam, bir canım, bir de köstekli saatimden başka şu fani dünyada neyim var ki. Ben korkmayım da kim korksun.” M. Rıza Bey de “Paşam sen rahat ol.” diyerek odadan çıkar. Halide Edip eşi Dr. Adnan Adıvar ile Özbekler Tekkesi’nde otururken çok uzun boylu, yiğit bir adam kapıdan eğilerek içeri girer. Halide Edip Adıvar eşi Dr. Adnan Adıvar’a sorar: “Bu adam da kimdir?” Dr. Adnan Adıvar cevap verir: “Bu adam meşhur Kırşehir Mebusu M. Rıza Bey’dir:” Halide Edip’te eğilerek eşine şunları söyler: “Söylendiği gibi efsane bir adammış.”