Johhannes ayakta durmuş tepelere, çayırlara, kayalıklara, evlere bakıyordu, iskeleye, kıyı şamandırasına bağlı kendi küçük kayığına, iskeledeki ambarlara bakıyordu, yol boyunca uzanan evleri, kulübeleri gördü, bütün bunlar karşısında yoğun duygulara kapıldı, çünkü çayırlar ve geri kalanlar, bildiği ne varsa, onun bu dünyadaki yeriydi, onundu hepsi, tüm o tepeler, ambarlar, kıyıdaki kayalar ve onları bir daha hiç böyle göremeyeceği duygusuna kapıldı, ama içinde kalacaklardı, kendisi olarak, bir ses olarak, evet, neredeyse bir ses olarak içimde kalacak, diye düşündü Johannes, ellerini kaldırıp gözlerini ovuşturdu, hepsinin ötesinde gökyüzünde, her bir duvarda, her bir taşta, her şeyde bir pırıltı vardı, tüm tekneler parlıyordu ve artık anlamıyordu Johannes, bugün hiçbir şey eskisi gibi değildi, bir başkalık vardı, ama ne olabilir bu, diye düşünen Johannes anlayamıyordu -Jon Fosse- "Fosse, İbsen ve Beckett'le kıyaslanıyor. Ama bundan daha fazlası var: Fosse ateşli bir şiirsel yalınlıkla yazıyor." -The New York Times-