Psikanaliz, insanları en derin korkularından, kederlerinden, takıntılarından kurtarmayı, anlam veremedikleri, “akıldışı” davranışlarını anlamlandırmayı, insan ruhunu ve kültürünü anlamayı vaat etti. Fakat Freud’un psikanalizi “icat” edişinin üzerinden yaklaşık yüz elli yıl, Lacan’ın gözden geçirişinin üzerindense yetmiş yıldan fazla bir zaman geçmesine rağmen sosyal bilimler ve psikoloji gibi alanlarda bu disiplinin varsayımları, işlevi ve yararı hakkındaki tartışmalar azalmak şöyle dursun, artarak devam ediyor. Kimilerine göre psikanaliz, kanaat önderlerine sahip hantal bir gelenek hâline geldi. Toplumda ve kültürde meydana gelen değişikliklerle, bu değişikliklerin insan ruhunda bıraktığı yeni izlerle temasını kaybetti. Bu şartlar altında psikanaliz bize hâlâ bir şeyler söyleyebilir mi? Cinsiyet ve kültür çalışmalarının, LGBTQI+ hareketlerinin, toplumun kıyısına itilen azınlıkların, modern dünyanın keşmekeşine kapılmış sıradan insanların yeni ve sarsıcı deneyimlerinin dünya ve kültürle bambaşka biçimde temas kurmaya izin verdiği şu günlerde Oidipus Kompleksi’nden ve cinsiyet farklılığından söz etmenin bir anlamı var mı? Psikanalizi özünü kaybetmeden kendinden kurtarmak mümkün mü ve gerekli mi? Bu kitapta, psikanalizin aykırı isimlerinden Laurie Laufer, bu ve benzeri sorulara bir yanıt arıyor. Psikanalizi ataletinden kurtarabilecek, kendini yeniden keşfetmesini, isyankâr köklerine geri dönmesini sağlayabilecek bir yol haritası sunuyor.