―Yiyecekleriniz sizin ilacınız olsun‖HippocratesProbiyotikler, gıdalarla ya da saf olarak alındıklarında tüketici sağlığı üzerinde olumlu etkiler yaratan canlı mikroorganizma kültürleri, olarak tanımlanmaktadır. Vücudumuzda bulunan probiyotik mikroorganizmaların tamamı birçok organımızdan daha ağır ve sayısal olarak toplam hücrelerimizden on kat daha fazladır. Bu mikroorganizmalar, sadece mide bağırsak sistemimizde değil; burun, kulaklar, özofagus, bademcikler, göz, vajina ve üriner sistem başta olmak üzere, tüm vücudumuzda yaşamlarını sürdürebilme yeteneğindedir. Günümüzde; immün bağışıklık yanıtlarının güçlendirilmesinden, patojenlerle ve hatta kanserle mücadeleye kadar, probiyotiklerle beslenmenin sayısız yararından söz edilmektedir. Probiyotikler üzerinde yürütülen yoğun bilimsel çalışmalardan elde edilen kanıtlar ışığında, 21. yüzyılın ―Probiyotik Çağı‖ olacağına dair öngörünün taraftarları giderek artmaktadır.Vücudumuzdaki hücrelerin kendini yenilemesi, hiç kuşkusuz ki, tükettiğimiz gıdalarla doğrudan ilişkilidir. Yani yediğimiz şeyler, bir anlamda biz olmaktadır. Günlük diyetimizde yoğun bir şekilde tükettiğimiz gıdalarda özellikle fermente et, süt ve bitkisel ürünlerde bulunan probiyotik özellikteki mikroorganizmalardan, daha yüksek oranda ve sürekli bir biçimde yararlanmanın sağlanabilmesi için, gıda sistemleri dışında da saf probiyotik preparatlarının tasarımı ve pazara sürülmesi, giderek artan bir önem kazanmaktadır. Probiyotik preparatların hazırlanmasında, özellikle bu preparatlar içerisinde yer alan mikroorganizmaların tüketici sağlığı açısından önem taşıyan özelliklerinin geliştirilmesi ve stabilizasyonu kritik bir önem taşımaktadır. Bu amaçla halen klasik mikrobiyolojik, moleküler biyolojik ve biyoteknolojik teknikler yaygın bir şekilde kullanılıyor olsa da, genetik mühendisliği teknikleri ile probiyotik suş geliştirme çalışmaları da bu alanda geniş bir yer bulmaktadır. Giderek artan probiyotik pazar payının, 2023 yılında 69 milyar dolara ulaşacağı tahmin edilmektedir. Bu baş döndürücühızın probiyotik çalışmalarına olumlu katkılarda bulunduğuna şüphe yoktur. Ancak bir an önce pazara ulaşma çabası aynı zamanda preparatların güvenlikve etkinlik testlerinin yeterli bir şekilde yapılmasını da engellemektedir. Zira bu konuda dünyada genel kabul gören bir regülasyon olmadığı gibi, yerelde de çoğu kez genel tanımların ötesinde bir düzenleme bulunmamaktadır.