“Şu Edebiyat Denen Şey” adlı kitapta Bennett ve Royle şöyle der: “Edebiyat BÜYÜLÜ DÜŞÜNMEK demektir; akıl ve hakikat arayışı. Ya da tam tersi edebiyat delidir. Edebi eserlerin dünyası dışında hiçbir yerde gerçek olmayan insanların, var olmayan seslerin icadı, yaratımıdır. Zaten bu tür metinlerin yapısı zihin okumayı, büyülü düşünmeyi gerektirir…” Romanını, “güneşin kıymetini bilen tüm şövalyelere,” bir nevi “tüm hayal kuşaklarına” ithaf eden Metin Turan, başkarakter Rıza nezdinde okurlarını da yanına alarak büyülü bir yolculuğa çıkıyor. Adına “zamansız kutu” denilen hapishanenin duvarlarını Cervantes’in ölümsüz kahramanı Don Kişot’la aşan Rıza, yaşadığı serüven boyunca bize hayal ile hakikati, akıllılık ile deliliği, belki de en önemlisi Don Kişotluk’un ne menem bir şey olduğunu tartıştırıyor; Gereği yokken kahramanlığa kalkışmak mı? Yoksa yüce bir coşku ile hayali, ideali peşinden koşmak mı? Sizce hangisi? “Yaşasın Edebiyat!” cümlesiyle biten roman; edebiyatın hayatı değiştirebileceğine olan inançla yazılmış; edebiyat ile edebiyatçılara saygı niteliği de taşıyan bir kitaptır. O hâlde Bennett ve Royle’a dönerek diyebiliriz ki; “Metnin hazzına var ve bu deliliğe, büyüye boyun eğ!” Mademki, “Parçalanmayı bekleyen bir duvardır yalnızlık!” emin olunuz ki, edebiyat, şu sefil dünyanın görünen ve görünmeyen tüm duvarlarıyla sınırlarını aşabilecek yegâne güçtür. Şimdi bir kez daha: Yaşasın Edebiyat!