19. yüzyıl İzmir’i “Doğu’nun Batısı ve Batı’nın Doğusu” olarak sosyal, kültürel, ekonomik ve siyasi bir kavşak niteliğindeydi. Muazzam bir değişimin çalkantılarını yaşıyor, bir yandan zenginleşiyor, diğer yandan da yeni sorunlarla karşı karşıya kalıyor, yeni kurumlarla donanıyor, fiziksel olarak da yenileniyordu. Sibel Zandi-Sayek, Osmanlı İzmir’i adlı çalışmasında, 1840-1880 arasında İzmir’in yaşadığı bu köklü dönüşümü, farklı kentsel aktörler arasındaki ilişkileri mercek altına alarak inceliyor: bürokratlar, dinî cemaatler, etnik gruplar, yabancılar, gazeteciler ve kent sakinleri. Gündelik hayatın biçimlenişini yurttaşlık, kentsel aidiyet gibi kavramlar etrafında ele alıyor. İzmir’i kendi bağlamı içinde yorumlayarak, hassas dengeler üzerine kurulu bir dünyayı özgün bir bakış açısıyla gözler önüne seriyor. “19. yüzyılın ortalarında İzmir’i özellikle büyüleyici kılan şey, kent modernleşmesinin dinamiklerine ve bu dinamiklerin geçici, değişken ve çatışmalı niteliğine açılan bir pencere olmasıydı.” SİBEL ZANDİ-SAYEK