Karanlık aslında bahsedildiği gibi kötü değildi. Biz ışığı iyi seçtik diye karanlık kötü olmuştu; peki, karanlığı seçseydik ışık kötü olur muydu? Karanlığın iyi, ışığın kötü olduğu bu hikâyede acıların bizi beslediğini ve iyilerin aslında her zaman kazanamadığını görmeye hazır mısınız? Alisa Havas... Soylusu olduğu şehri terk eden Alisa, gittiği şehirde yaşadığı olayla iki senenin ardından şehrine geri dönmek zorunda kalır ve bu zorunluluk canının bedeninden ayrılma korkusundan kaynaklıdır. Şehrine dönerken peşinden getirdiği düşmanlar ve sorunlar, onun ve terk ettiği insanların hayatını etkileyecek, Alisa’yı amansız bir savaşın içine sokacaktı. Güç ve acımasızlığın vücut bulmuş hâli olan, ruhunu şeytanla ve içindeki canavarla paylaşan Alisa, ortasında kaldığı savaştan nasıl kurtulacaktı? İçine girdiği savaş sadece canıyla mı ilgili miydi, yoksa kalbinin de etkisi var mıydı bu savaşta? Yağız Ertuğ... Kelebeğinin, hayatının kadınının onu terk edişiyle yaşadığı ihaneti kabul edememişken beklemediği bir anda geri dönüşü onu ve içinde büyüttüğü aşkı nasıl etkileyecekti? Hayatını adadığı kadının ihaneti yüreğini ve benliğini karanlığın derinlerine gömmüşken gün ışığı tekrar vurabilecek miydi gömülen kayıplarına? Ya her şey aslında bundan ibaret değilse? Krallık’ın sırları içinde düşmanların saldırısı mı daha zordu yoksa içimizdeki savaş mı? Kimsenin göründüğü gibi olmadığını illa yaşayarak mı öğrenmeliydik? Peki, en güvendiğimiz aslında en güvenmememiz gereken kişiyse... o zaman ne yapmalıydık? Silahların ve gerilimin en üst düzeyde olduğu bir yerde hayatta kalmak ve aşk bir o kadar riskliydi. Bu risk alınmaya değerdi. Peki, biz aşkı yaşamaya değer miydik? “Bizim hikâyemiz hayat gibiydi, nerede ne olacağı belli olmayan bir belirsizlik...”