“Nasreddin Hoca'yı böyle bilmezdik”. Bu cümle, ufkumuzda, “biz Hoca'yı böyle istemiyoruz”un bir çevirisi olarak belirdi aslında. Karagöz metinlerinde olduğu gibi ayıklanmış, aklanıp paklanmış, bu yoldan yükü atılmış bir “corpus”te uzlaşılmasıydı amaç; aşırılık fazlalıktı, halk kaynaklı bir bilgeliğin halkı korumak, ola ki kendinde korumak için törpülenmesiydi hedeflenen. Pertev Naili Boratav'ın ulaştığı elyazmalarına şüpheyle bakanlar gördüm, duydum. Tersine, kök kültürün açığa çıkarılmış bu boyutundan gönenç duymak gerekmez miydi? Yakası açılmadık Carmina Burana şarkılarının, Villon'un ağzıbozuk şiirlerinin, Gargantua'da patlayan şen bilim dilinin bir karşılığının bu topraklarda da duyulmuş, yayılmış olduğunu öğrenmekten bir gurur payı çıkaramaz mıydık? Olduysa bile, akıl erdirilmesi güç bir suskunluk eşliğinde olmuş olmalı. Bütün bunlar, bizim Hoca’nın eşeğine ters bindiğini sanmamızı açıklıyor bana kalırsa; düzü tersten ayıramayan oysa aklımıza yerleştirilen optik. Geniş Türkili’ne, ondan ötesine yayılan bu en küçük hikâyelerden, mantıkçının külâhını önüne düşüren, feylesofun ayağının altına muz kabuğu süren, siyasa adamını ağzından çıkan söz yumağında boğan, din adamını ikiyüzlülüğünde kekeme kılan bir üslûp sızar. Onlarca sinema başyapıtına imzasını atmış Carriére, senaryo yazımı derslerinde Nasreddin Hoca’nın kıssalarındaki tekniğin ekonomisinin altını çizer: bir şey ancak bu kadar iyi anlatılabilir. Nasreddin Hoca: Zaman zaman ne kadar çağdışı kaldığımızı gösteren çağdaşımız değil midir? Boratav'ın Nasreddin Hoca'sı, kültür birikimimizin bir avuç temel, kaynak metni içindeki yerinden bakıyor: Biz onu görebilecek miyiz, gözgöze duracak yürekliliği gösterebilecek miyiz - bu karşılaşmadan kazanımlı çıkıp çıkmamak hala elimizde.”