“Nanik yapın hayata” demek kolay… Kolay mı? Kolaysa… Hani zaman zaman hepimiz söyleriz ya; “pozitif düşün pozitif olsun” veya “olumlu düşün, olumlu sonuçlansın”… Gerçekten öyle mi? İyimserlik her zaman iyidir tamam da Polyannacılık oyununu hepimiz, her zaman oynayamıyoruz ki! Nanik yapmak gerek hayata, zamana çünkü hayat bir tiyatro perdesi ve herkes kendine verilen oyunu oynuyor sahnede. Hem hepimiz de biliyoruz ki bu tiyatroda perdenin ne zaman ineceğini kimse bilemiyor. Her ne kadar bu kitaba nanik yapmamıza engel pek çok olumsuzluğu alsak da bazen dalga geçmek, hadi dalga da demeyelim de fazla dert etmemek gerekmez mi? Su gibi akıp giden hayatlarımızda zamanı nasıl heba ediyor, nasıl bir koşturmanın içine düşüyoruz ki çoğu zaman farkında olmuyoruz. Bir varmışız bir yokmuş.. Necatigil’in dediği gibi mezar taşındaki isimlerin altına parantez içine alınan doğum ve ölüm yıllarından ibaret hayat… Buna rağmen, öylesine kesitlere hapsolmuş yaşıyor, mücadele ediyor, hiç göçmeyecekmişiz gibi hırslarımıza yeniliyoruz. “Daha” demekten elimizdeki güzellikleri uçuruyoruz avcumuzdan. Ayrıca gerek dünyanın gerek ülkemizin içinde bulunduğu koşullar; akılla açıklanması mümkün olmayan sayısız olay arasında çok zor zaten nanikle bakabilmek yaşananlara. Hayatı hafife almak değil kastettiğimiz. Bilakis, hayata hayatın içinden bakmak, yaşadığının farkında olmak, cehalete karşı bilgiye odaklanmak, aydınlıktan vazgeçmemek ve tüm bunlar için çabalarken aynı zamanda bir caddenin kalabalığında yürürken kumru sesinin ayırdında olmak. Kim başarabiliyorsa; “nanik yapanlar” onlar asıl. Hayatı içlerinde keyifle yaşayabilenler. Sorunlar hep var olacak ve insanoğlu hep akılla bunlarla mücadele etmeye çalışacak elbette ama… Ne nanik yaparken ne de sorunlara boğulmuşken ıskalamamak gerek hayatı; doğduğumuz gün geri sayım başlıyor çünkü; tik tak, tik tak, tik tak…