Dünya yırtılmış kâğıt sesleriyle, tuhaf gıcırtılarla ve dinmek bilmeyen uğultularla dolu. Biz onda yerini arayan taş gibi yuvarlanmaya yaşamak diyoruz. Ondan kopup yine ona düşmeye, bu düşüşün hızına, aldığımız berelere razıyız. Dünyanın kulağımıza dolan sesiyle, içimizi çizen gıcırtısıyla, başımızı ağrıtan ağır uğultusuyla arkadaşız. Kâğıt bizim çünkü, gıcırtı da uğultu da bizden. Yalnız bilmiyor bulamayacağını yerini arayan taş. Mert Balaban, ikinci öykü kitabı Müjdemi İsterim ile okura yeni sesler, bambaşka insanlar ve hikâyeler kazandırıyor. Bu öykülerle sahillere, çorbacılara, atölyelere, yeni ama yabancısı olmadığımız hanelere çağırıyor bizi. “Babam olacak adam kurnazdı. Düğünden önce almış toprağı, katmış mutsuz beyliğine. Benim içimdeki kadını hesap edememiş ama. Benim içimdeki kadının, gecenin bir yarısı, yanına bir çanta bile almadan, ayağında kırk iki numara eski bir terlikle kaçıp gideceğini hesap edememiş. Övünmek gibi olmasın, bendeki yürek, şu yan masanın üzerinde duran ölü dananın yüreğinden büyüktür Bey Amca, haberin olsun.”