Bu kör kuyunun dibinde, ikimiz de hayal olamayacak kadar gerçektik. İkimiz de şaşkındık ve olmamamız gereken bir yerde, zamanda, nedensiz karşı karşıyaydık. İkimiz de bu acımasız rastlantıyla, bu kıpırtısız, değişmeyen dekorun tam orta yerinde, zamanın işaretlediği o yerde, hayal olamayacak kadar gerçektik. Birbirini çoktan unutmuş ama belleklerini henüz yitirmemiş iki insanın hiç istemedikleri acı bir karşılaşma olmalıydı bu. Ben ona sevecen, içten, umutla bakarken o bana dik dik, nefretle baktı. 'Çek git, defol' der gibi, 'Ne işin var senin burada?' der gibi ya da 'Niye gelip yaramı dağladın' der gibi baktı. Ama ben neden o sessizliği bozdum? Kahretsin keşke sormasaydım. Ah keşke! "Burada mı yaşıyorsunuz?" dedim. Suratıma tükürür gibi bir fiske bakış attı, ciddi bir biçimde gülümsedi. Yürüdü, birkaç basamak çıktı merdivenden. Sorumu duymadığını sandım ama birden çakılır gibi durdu. Dramatik bir oyun seyreden boş salonda tek seyirciydim sanki… Sırtı bana dönüktü, merdivenin korkuluğuna tutundu, yarı esrik bir tavırla döndü baktı yüzüme. "Yaşamıyorum" dedi. "Görmüyor musun?" Gıcırdayan merdivenleri hızla çıkmaya başladı. "Mezar burası. Hayal görüyorsun sen."