En savunmasız ve etkilenmeye açık olduğumuz yıllarımızı geçirdiğimiz yerdir aile. İyisiyle kötüsüyle bizi biz yapan ortamdır. Tam da bu nedenle iktidarların çok sevdiği bir hizaya sokma kurumudur aynı zamanda. Aileyi belli bir hiyerarşi altında düzenleyip “aile reisini” de bu düzenin koruyucusu yapmak, yüzyıllardır en başarılı idare biçimlerinden biri olagelmiştir. “Sıcak yuva” bizi korur, besler, büyütür. Ama denetimden azade olduğunda, “kol kırılıp yen içinde kaldığında”, ataerkil düzenin beraberinde getirdiği baskı, şiddet ve istismar örtbas edilir, nice suçlar cezasız kalır. Tekil bireyler aile kurumunun insafına bırakıldıklarında vatandaşlık haklarına sahip çıkmaları zorlaşır; bu yapının dışında kalmak isteyenlerin hayatı ise yaşanmaz hale gelir. “Seçilmiş akrabalıklar”dan, gönüllü kolektiflerden oluşan bir toplum hayalimiz olsa da, aile daha nice zaman başlıca örgütlenme biçimimiz kalacak muhtemelen. O halde aileyi daha demokratik, daha özgür, daha ferah bir ortam haline getirmek için öncelikle mevcut sorunların farkına varmamız gerekiyor. Bu seneki ajandamızın konusunu seçerken bunlar vardı aklımızda. Aileyi dokunulmazlığı olan kutsal bir varlık olarak değil de iyileştirilmeye muhtaç bir kurum olarak ele almak istedik. Aile bağlarının hangi malzemeden yapıldığına ve yapılması gerektiğine kafa yorduk. Bu kurumun dışına açılmanın imkânlarına da bir göz attık. Sevginin yanı sıra karşılıklı saygıya dayanan ilişkilerle örülü, zorunluluk değil gönüllülük temelli, daha eşitlikçi ailelerin kurulduğu güzel bir yıl dileğiyle… — Metis Yayınları