“Bazen onun kokusu geliyor burnuma. Öyle gerçek ki! Kokunun ne enteresan bir kodlaması var, beynimizde çok ilkel zamanlardan kalsa gerek. Ve en ilkel halim hala onda mı acaba? Bazen o işe giderken yatağın üzerine bıraktığı bluzunu koklardım, öyle yerleştirirdim dolaba. Hep sevmişimdir onun kokusunu, hatta en çok kokusunu sevmişimdir. Hiçbir şey öyle güzel kokamazdı. İlkel dönemden medeniyete geçişim pek de iç açıcı değildi. Medeniyet, bir çeşit sorumluluktan feragat etmek olarak algılanıyordu artık. Ruhsuz robotların yönettiği akıllar içinde, odasına, iş yerine, kendi içine sıkışmış insanlarla dolu bir ülkeydi medeniyet. Tüm insanlara çatı olan bir medeniyet ama yağmur herkese aynı ölçüde yağmıyordu, çok az insan ıslanmadan uyuyabiliyordu. Şanslı azınlık mı, becerikli hırsızlık mı bilmiyorum ama bir şekilde pasta hiç eşit dağıtılmıyordu. Maddi manevi olarak medeniyetten payıma düşeni ben de almıştım. En güzel resim, mağara duvarlarına yapılan resimlerdi belki de ve en güzel medeniyette o idi. “ Derin ve Onur’un tutkulu, hüzünlü ve aşk dolu hikayesinde çıktığınız yolculukta, sadece aşkı sorgulamayacaksınız. Bir insanın kendi iç dünyasındaki varoluşsal sancılarını ,hırslarını, egosunu, korkularını ve bir dünya ağrısının hayatına ve ruhuna nasıl yansıdığını bulacaksınız. Aşk gerçekten bir hastalık mıdır ?