“Kulübesinin kapısından bir dişi geyik başını uzatmıştı önce. Hiç ses çıkarmadan, o incecik zarif bacaklarıyla dans edercesine, yumuşacık yürüyerek kulübeye girmiş ve odada sessizce dolaşmıştı. Sonra gelip yatağında güçlükle doğrulan Kuzgun’un önünde durmuş, yaşlarla dolu güzelim iri, kara gözleriyle bakmıştı ona. Ama gözlerindeki yaşlar süzülüp akmıyor, simsiyah derin bakışlarının içinde ışıldayıp duruyordu. Sanki gözlerinin ardındaki engin kara deniz kabarmış, taşmak üzereydi. Ağzını kıpırdatmadan ve ses çıkarmadan, öylece Kuzgun’un gözlerinin içine bakarak konuştu. Daha doğrusu Kuzgun onun konuşmasını, söylediklerini kulağıyla değil yüreğiyle dinledi, çünkü kulağında yankılanan herhangi bir ses yoktu.”