Etrafımızdaki dünyanın ve onun bilgisinin büyük bir hızla dönüşüme uğradığı bir dönemde yaşıyoruz. Bir önceki yüzyıla ait bütün bilgilerimiz hızla geçersizleşiyor, sosyal bilimlerin içindeki disiplinlerarası ayrımlar bulanıklaşıyor. Uluslararası göç, küresel ekonomik krizler, küresel çevre sorunları, enerji krizleri, ulusüstü oluşumların derinleşmesi, savaşın yeni biçimleri uluslararası ilişkiler disiplinini kuran ve onu diğer disiplinlerden ayıran, içerisi ile dışarısı arasındaki ayrımın geçerli olmadığı iddialarının yaygınlaşmasına yol açıyor. Hukuksal bir statü olarak egemenlik korunmaya devam etse de bütün bu sözü edilen dönüşümler egemenliğin siyasal bir kapasite olarak dönüşmesine neden oluyor. Ekonomiden siyasete, yönetimden idari yapılanmaya, insan haklarından çevre sorunlarına, kuvvet kullanmadan cezai yargıya, spordan kültüre, bilim-sanattan eğitime kadar neredeyse tüm alanlarda yeni ilke ve kurallar getirmeye başlayan küresel hukuk, devletlerin sadece dış değil aslında iç egemenliklerinin de bir şekilde sınırlanması anlamına geliyor.