Tanrıları birbirine düşüren gülüşü ve yüzünde mabet etkisinde bitimsiz ayinler… Onu senden koparmalı mı yoksa bir baştan mı yaratmalı, bilemedim! Adaklar sunup kendimi kurban etsem, İsmail'in koçu yetişir mi? Kim bilir, hangi düşün içinde kaybolmuşsun yine, göz kapakların dünyana perde inmiş. Anlasan da anlamasan da bir dert. Eğer derdine derman gülüşümse, onu yüzümden al ama benim yüzümden kendini dertlere bırakma. Belki de, binlerce yıl önce söylenen sözlerle aynı yerde buluştuk. Sözcükler nesilden nesle aktarıldı ve biz bu döngüyü devirenleriz. Atmosferin ötesine taşmak, uzayın farklı boyutlarına açılmak... Kim bilir, gidip gelenler var mı? Ama senin gidip geldiğini düşünüyorum; aksi halde gözlerin, gülüşün ve aklın bu kadar derin etkilemezdi. Bu sözleri okurken dudağını hafifçe kaşı; aklının en derinlerine kazı, zamanı gelince hatırlayacaksın. “Böyle olmuştu,” diyeceksin. Şimdi sarhoş olma zamanı, sözcükleri iç iç! Biliyorum, yazdıkça hiçbir şey bitmeyecek ama hafif bir rahatlama da yok değil. Şairin dediği gibi: Yazınca geçmeyeceğini biliyoruz ama yine de yazmadan duramıyoruz. Bu sözleri okuyan sen, yorgun bir şair misali belki de... Ama kimi zaman yazmak, hafiflemektir. Yüksel Köker