Bu kıyasıya savaşta sevgi nefreti yenecek mi? Yoksa!!! (…) Genç adam koyu bir karanlık tarafından çepeçevre sarmalanmıştı. Kendini bir balık tarafından yutulmuş gibi hissetti. Beyni zonkluyor, kulakları uğulduyor, bitmek bilmeyen bir çınlama sesi işitme yetisinin canına okuyordu. (…) Tabanca patlamış, namludan çıkan mermi Sudenaz’ın başının sağ yanını bıçak gibi yarıp geçmişti. Canı çok yanıyordu Sudenaz’ın. Zeydan’ın silahından çıkan merminin verdiği ızdırap değildi canını acıtan… Feride’nin o bakışlarıydı yüreğini yırtıp atan… (…) Sudenaz’ı düşünüyordu Akın. Baktığında içini eriten o bal rengi gözlerini, bukle bukle omuzlarına dökülen sarı-kumral saçlarını ve atmacalardan kaçmış bir serçe ürkekliğiyle başını göğsüne yaslayışını… Acaba o esnada Akın’ın çıldırmışçasına atan kalbinin sesini duymuş muydu Sudenaz? (…) Gözlerini geminin pruvasındaki karanlığa dikmiş, maziye dalıp gitmişti Fehman. Çocukken köyünün taşlı topraklı yollarında çelik-çomak oynuyordu. Ne güzel, ne kaygısız günlermiş meğer. Sonraysa ıslahevinin onur kırıcı günahkar koğuları… Ardından dağlar, dağlar ve dağlar. Nefret, kan ve ölüm kokan yıllar!