“Gölün kıyısına gelip konmuşlar, sürülerini salmışlar meraya. Keçiler koyunlar, kıpır kıpır, gölü dolanı dolanı her şeyi yiyip bitirmişler. Sürü tırnaklarıyla toprağı eşeleye eşeleye hiçbir şey bırakmamış. Toprak olmuş, toz olmuş, çöle dönmüş. Sonracığıma göl kurumuş, sürü susuz kalmış. Bizimkiler göçü yüklemişler; çoluk çocuk, kadın kız, kızan; yaşlı, genç, oğlan; hasta masta düşmüşler güneşin ardına... Arkalarında da yayılıp gelen sürüleri. Ardınca gide gide, güneşin battığı, denizin olduğu yerde bir köprüye varmışlar...” Aşırı otlatma yüzünden doğal dengenin bozuluşunu hiç bilmeden anlatmıştı Hamide Kaya bunları. O da ninelerinden duymuştu. Orta Asya’daki iç denizin kuruyup Türklerin Batı’ya göçünü hiç bilmeden anlatıyordu. Geldikleri yerin, köprünün “Kavimler Köprüsü” de denilen Anadolu olduğunu teyzem de ben de bilmiyorduk.