Başka insanlar da var. Bilmediğimiz için öteki ilan edemediğimiz, yakın, uzak, büyülü, karanlık ama gerçek insanlar. Herkesinki gibi değil elbet onların hikâyeleri. Yanı başımızda vuku bulan, bize değen, işittiğimiz, tekinsiz hikâyeler bunlar. Dünü şimdiyle, şimdiyi yarınla karan, akılla savaşan, kimi akla sığan ama kimi de akıldan taşan insanların hikâyeleri. Ömer İzgeç, Karakambur’daki öykülerle yeni bir kapı açıp başka dünyalara davet ediyor okuru. Masalsı anlatımın, kadim söylencelerin elinden tutup, özenli bir dille zenginleştirerek yanımıza getiriyor. Karakambur, atmosferi ve karakterleriyle uzun süre akıldan çıkmayacak bir kitap. “Işıklar ağaçları aydınlatıyor, dev birer böcek gibi ormanın üzerinde dolaşıyordu. Dizlerimi kendime çektim, kollarımla sardım. Islak kıyafetlerimden yere su damlıyordu. Elimi cebime soktum, ufak bir odun parçası çıkarıp emmeye başladım. O sırada ilerideki tepelerde bir ışık söndü, tekrar yandı. Sanki bana göz kırpmıştı. Bazen yıldızların yaptığı gibi. Doğruldum, nişan alıp elimdeki parçayı var gücümle helikopterlere fırlattım. Tepeler yine göz kırptı. Damdan indim, ayaklarımı yere sertçe vurarak koşmaya başladım. Işıklara doğru. Pat pat pat...”