“Habil’le Kabil vardır. Adem’le Havva’nın oğulları.Cinayet oradan başlar insanın tarihinde. Kabil, kardeşini kıskanıpöldürmüş Eski Ahit’e göre. Sonra korkmuş, ben bu ölüyle ne yaparım şimdi,diye. Almış ölüsünü yanına, tam bir yıl bir çuvalın içinde gezdirmişkardeşini. Bir gün bir kargayı görmüş, ölüsünü gömüyormuş karga.Tabii bir ışık yanmış kafada. Demiş ki ben de gömeyim.Gömmüş kardeşini. Gömülen ilk ölü, cinayeti saklamak niyetiylegömülmüştür yani. Gömülen ilk insandır Habil, kutsal kitaplara göre.Ama bu hikâyede aksayan taraflar var tabii.Bir kere kargalar ölüsünü gömmez. İkincisi, hiçbir ölü dayanmazo kadar gezdirmeye. Ama buradan bize çıkan ders başka.İnsan ölülerden kurtulmak zorundadır. Anlatabiliyor muyum?Necistir çünkü ölü. Hastalık saçar, pis kokar, kötü görünür.Hem ölüyü gömünce insan daha kolay baş eder ölümle.İşte bizim işimiz öldüreni bulmaksa, buna giden ana yol,öldürenin ölüden kurtulmak için neler yaptığına bakmaktır.” Bir üniversitede Sanat Tarihi ve Arkeoloji bölümünde akademisyen olanHalit, eşinden boşanıp kendine yeni bir hayat kurma umuduyla geldiğiÇanakkale’de hiç beklenmedik olayların merkezinde bulur kendini. Hayatıalışıldık bir sakinlik içerisinde geçerken Başkomiser Nusret Sandık’la evarkadaşı olması, bildiği dünyayı yerle bir edip bambaşka bir âleme kapı ara-layacaktır. Yüzyıllar öncesinden kalan bir Tevrat rulosu, ağaca asılı bulun-muş bir kadın cesedi, gün ortasında silahlı çatışma, mafyalar, faili meçhulcinayetler... Polislerden nefret eden bir ailede büyüyen Halit, kendini biranda polisiye bir gizemin tam da içinde, Başkomiser Sandık’ın gölgesinihayranlıkla takip ederken bulur. A. Tunç, Kanlı Muamma’da Çanakkale’nin sakin yaşantısına kısa bir molaverip okurları Başkomiser Sandık’la birlikte büyük bir sır perdesini arala-maya davet ediyor.