Bazı duygular vardır, anlatılamayacak kadar yüreğe tesir edip hiçbir kelimenin manasına sığmayacak bir hâle gelir. Bazı düşünceler vardır, bıçak kadar keskin bir his ile insanı derinden düşündürür ve düşündürdükçe hırpalar. Bazan tek başına oturur insan kendisini dinleyebileceği bir yerde. Karşısında gördüğü her şey hislerine ve fikirlerine ilişircesine şekillenir anda ve zamanda. Neyi görüyorsa sanki konuşur ve hâlini anlar gibi durur bakar bir insan endamında ve edasında. Dağlar ve düzlükler... Kimi zaman ufuklar ve denizler... İlla doğa mı olması lazım, asla. Bazan dört dönmüş bir duvar bazan aralık bir kapı bazan tavanın en ücrası... Sanki en narin ve onarılmaz yerinden yakalarcasına insanı, yüz yüze gelir bizimle ve kalbimizdekileri dökmemizi ister. Yüreğimizin hırçın bir sel gibi, yayından çıkmış bir ok hızında akıp gitmesini ve dağılmasını ister. İnfilak edercesine bir gürültüyle, bütün varlığımızla, anlatamadıklarımızı bir şekilde anlatmamız gerektiğini anlarız. Lâkin başta da zikrettiğim gibi, kelimelerin gayreti, gücü bazı yükleri taşımaya yetmez. İşte böyle anlarda kelimelere bizlerin "söz sanatı" dediği ayrıcalıklar ve yetkiler verilir. Kelimeler kabuklarından çıkarak büyür ve olgunlaşır. Kelimeler sahip oldukları tüm manaların hudutlarını geçerek sessizliği işgal edip zaferini ilân eder. Kelimelerle abartırız, kelimelerle benzetiriz, kelimelerle saçmalarız veya anlamazdan geliriz. Çünkü her şeyden öte, anlaşılmak isteriz.