Şehir, bir yaranın kabuğuna benziyordu. Altını kazımak için can attığınız bir doku ama bunuyapmak doğru olmayabilir. Sahiden iyileşmesini umsak bile asla iyileşmeyecek bir yara,zedelenmiş bir canlılık. İnsanın dünyada aldığı ilk soluk onu annesiyle ayıran yaranın tazeolduğu sıradadır. Aralarındaki bağ kesilmiştir. Doğmanın ilk koşulu kendisini var edenbütünden sıyrılmaktır. Bebeğin bilincini ayırmak, tek başına yaşamasını sağlamak için onlarıayıran bu kesi, geriye kalan yaralar, zamanla iyileşir ama iz, hep oradadır. Göbek deliği iştebunu hatırlattığı için bazılarınca çirkin bulunur. İnsanlar, yaşadıkları şehre görünmeyen birkordonla bağlıdır. Oradan beslenir, onu anlamaya çalışır, kendini onun içinde tanımlar, terkettiği şehri bile yalnızca doğduğu yer olduğu için aidiyetini tanımlayan bir kanıt olarakkullanır. Sonuç olarak şehir, yaşayan bir şeydir. Ancak çoğu kez, daha küçük ölçekte de olsa,tıkanan kendi yaşamımız yüzünden bunu pek fark etmeyiz. Bununla iftihar etmiyorum amabazen, o kazınması gereken kabuğun bizler olduğunu düşünüyorum.Elinizdeki roman, kitaptan yaratılan bir şehirdir ve bir şehri tanımanın en iyi yolu oradakaybolmaktır. Tüm kayıpların birleştiği karanlık bir cennet: KAFKA OTELİ