“Sihirli değnekleri ve yıldız tozunu çocuklukta bırakıyordu insan, büyümekse önce gerçekleri kabullenmekten geçiyordu. Sen gittin ve ben en önemli dayanağımı yitirdim. Bahar yaklaşırken her şey ne kadar da uzağıma düştü. Ilıman havalar bir su kıyısına göçme mevsiminin yaklaştığının habercisiydi. Ankara’nın pusundan uzaklaşmak, olağan akışındaki hayatımızın ötesine geçmek demekti. Öyle sanıyorduk. Aslında eşikte durup dışımızda akıp giden her şeyi yalnızca seyrediyorduk. Olsun, bu bile yetiyordu mutlu olmaya. Cenneti başka yerde aramaya gerek yoktu. ‘İşte, cennet karşımda,’ diyor, bakışlarımı bir senin güzelliğine, bir manzaraya çeviriyordum. Şimdi kıyıdan olabildiğince uzakta, kırmızımsı çöl toprağından kaçışın olmadığı Afganistan’a baktıkça, cehenneme geldiğimi söyleyebilirdim.” Yakın geçmişte Afganistan’da yaşanan siyasi ve toplumsal gelişmelerin getirdiği belirsizliğe, acı ve korkuya değinerek içten bir tanıklık öyküsü anlatan Esme Aras, yalın ve eleştirel üslubuyla, sıradan bir askerin iç dünyası etrafında ördüğü aşkı, özlemi ve mücadeleyi bir günlüğün satırlarında duyumsatıyor.