İki çay söyledim. Garson “İsterseniz sizinkini getireyim, diğerini arkadaşınız gelince getiririm, soğumasın.” dedi. O da Yusuf’un biraz sonra geleceğini zannediyordu: “Siz getirin ikisini de ölüler soğuk çay da içer!” “Efendim, anlayamadım?” “İkisini de getirin.” Masanın üzerine, tam önüme ağaçtan bir çiçek düştü. Açık pembe rengiyle tozpembe hayallerime yağan kurşunu fısıldadı kulaklarıma. Yaşam dediğimiz; nasibimizin vaktine esir, bir çiçeğin ağaçtan kopup masaya düşene kadarki zaman dilimi. Zaman kotan, pembe hayallerine de yarım kalan düşlerine de torpil geçmiyor. Acımıyor sessizce bir başına kalışına. Dünyaya gözlerini açar açmaz kaderi değişen bir can... Cevaplarını bulamadığı sorularla yaşama tutunan bir çocuk… Sevdasını karanlık bir gecede kaldırım taşlarında bırakan bir genç kız... Yıllarca saklanmış sırlar… Bu sırlarla yıkılan hayaller, umutlar… Ah zaman!.. Gün olup geçmeyen gün olup yetmeyen zaman…