“Bir çocuk karanlığa kalmış ve dar sokaklarda yönünü şaşırmışsa orası İstanbul’dur. Eski sevgilisini bulmak için maceraya atılan gencin, siyah tilki kürkünün peşine düşen avcının, fırtınada sürüklenen geminin, dünyayı bir elmas gibi avucuna almak isteyen prensin, boyun eğmemeye yeminli son isyancının, şarkıcılık hayaliyle evden kaçan kızın, para babalarının, hırsızların ve şairlerin vardığı kent İstanbul’dur. Her hikâye burayı anlatır.” Pus dağıldıkça çoğalan renkleriyle, surları, kuleleri, kubbeleriyle İstanbul... Kırmızı bir şal, siyah bir hırka, Berber Kamo’nun dükkânı, Şerafet Bey’in saati, Küheylan Dayı’nın tabancası... Yerin üç kat altında, küçücük bir hücrede dört adam, titreyip kıvranarak hikâyeler anlatıyorlar birbirlerine. Kaygıyla ve kahkahayla... İstanbul’daki zamanı, geçmiş ve bugün diye ayırmak yerine, yeraltındaki ve yer üstündeki zaman diye ayırarak, anlatıyorlar. Burhan Sönmez, acının ve her şeye rağmen umudun yörüngesinde dönen bir kenti, büyük bir romanla yeniden yaratıyor. İstanbul İstanbul... demir kapının paslı sesi... “acıda herkes yalnızdır, sen de çözüleceksin...”