“Dünyaya dair her rütbe ve her ilim geçici ve dünyada kalıcıdır. Ezelî ilim ise Allah’ın kullarında kendi kabiliyetlerine göre tecelli etmesidir. Burada kullanılan tecelli kelimesine dikkat etmek gerekir. Bu kelime, bir aynada bir vasfın ortaya çıkması gibidir. Hulul değildir, yani Allah kulun içine girmez. Kulda gözüken mucizeler Allah’a ait olup kulun kendinden zuhura gelmez. Allah kulu ile aracıyla konuşmaz. Sadece bu hakîkati öğretmek için görevlendirilen bazı kişiler vardır. Ne yazık ki halk onları görür. Halbuki yapan, yaptıran Allah’tır. Kul, kendisindeki Allah’a ait hakikati kimin vasıtasıyla görmüşse onu Allah zannetmeye başlar. Ondan görünen her mucizenin, o kişinin kendisine ait olduğunu sanır. Bu durumda Allah’a değil, aradaki kişiye tapmaya başlar. Bu da şirke sebebiyet verir ki Kur’an’da affı olmayan günahlardan biridir.Halbuki Hocam Kenan er-Rifâî, Allah’ı kula öğreten öğretmen ile Allah arasındaki büyük farkı şu şiiriyle belirtmiştir:Kulluğu müminlerin bir ulu Süphanedir.Hizmeti dervişlerin er olan insanedir.Bu durumda sen her kimden ne öğrenirsen öğren (peygamberden dahi) öğreten Allah’tır. Ama Allah’ın bu Rab isminde tesirli kıldığı ve ondan aşikar olduğu seçilmiş kişiye şükretmek ve hizmet etmek gerekir. İşte ruhbanlık sınıfı böyle algılanırsa günah olmaktan çıkar. Mürşide veya peygambere duyulan sevgi de bu sebepledir.Buradaki hizmet kelimesinden maksat, mürşidin öğrettiği ve gösterdiği ahlak-ı Muhammedî ile ahlaklanıp Kur’an ve sünnete uymak demektir. Bu ahlakı anlatan kişi, kendini Allah’tan ayrı bir varlık olarak görürse veya biz onu böyle idrak edersek ruhbanlık oluşur ki bu da Allah tarafından reddedilir.”