Parks çekici ve alaycı bir zarafetle yazıyor ve onun ilginç, bilgili anlatıcısı sonunda teselliyi Avrupa kültürünün büyük temalarında değil, bir ağaca takılıp kalmış bir balonda ya da bir karatavuğun sarı gagasında buluyor. -Spectator Bir cenaze daveti. Geçmişin karanlık gölgeleri. Ve kaçınılmaz bir yüzleşme… Frank Marriot, eski dostu ve ezeli rakibi Dan Sandow’un cenazesi için apar topar Milano’ya gelirken, sıradan bir yolculuk yaptığını sanıyordu. Ama Milano, sadece bir şehir değil, geçmişte gömülü kalmış acıların, kırık ilişkilerin ve pişmanlıkların sahnelendiği bir arenaya dönüşür. Frank, Dan’in son arzusunu yerine getirmek için geldiği bu şehirde, aslında ruhunun en karanlık köşelerine doğru bir yolculuğa çıkmıştır. Ve bu yolculuk, sadece geçmişle hesaplaşma değil; Frank’in tüm hayatını yeniden şekillendiren sarsıcı bir aydınlanmanın da kapılarını aralayacaktır. Tim Parks, son romanı Hotel Milano ile okurları modern bir tragedyanın içine çekiyor. İç içe geçmiş hayatlar, kaçırılmış fırsatlar ve çözülmeyen sırlarla dolu bu roman, okuru yalnızca Frank’in değil, her birimizin hayatının dönüm noktalarına sürüklüyor. Unutulmaz karakterleri ve sarsıcı anlatımıyla Hotel Milano, geçmişin asla tam anlamıyla geride kalmadığını ve her an geri dönmeye hazır olduğunu hatırlatıyor. Parks, zarif ve ironik üslubuyla sıradan olaylar üzerinden büyük felsefi meseleleri ele alırken bireyin toplumsal roller, kişisel ilişkiler ve zamanla kurduğu bağı derinlemesine ve etkileyici bir şekilde irdeliyor. Hayatın yüzeyinde gezinen basit anların, aslında büyük bir içsel devinim ve kaçınılmaz bir değişim barındırdığını ustalıkla gösteriyor. Roza Hakmen’in pürüzsüz çevirisiyle Türkçede hayat bulan Hotel Milano, bir hayat muhasebesi, dostlukların