"Her geçmişin kırık bir sırrı vardı,Her sırrın da kanayan bir yarası..."Yıkık dökük bir mazinin ortada bıraktığı yaralı bir adamla en az kendisi kadar yaralı olan bir kadının paramparça sevda hikâyesi bu. Hayallerini asmış bir kadının, yeniden düşlere tutunuş hikâyesi bu. Hercai bir adamın, meftuna dönüş hikâyesi bu…Ne bir veda sözcüğü ne de haklı bir isyan. Hiçbir şey, onu sevmemeye yemin ettiği adamın karşısında güçlü tutamamıştı. Dudaklardan dökülen her serzeniş karşısında ördüğü duvarları biraz daha yıksa da, onu bir daha affetmeyeceğine dair büyük bir yemini vardı. Asla boyun eğmeyecekti, ihanetini unutmayacak, o adamı yeniden sevmeyecekti. Olmamıştı... Yeminlerini bozduran, karanlık bir gecede ellerinden tutan, onu düşüren adamdan başkası değildi.Yaralıydı. Lakin o adam daha yaralıydı.Seviyordu. Lakin o adam daha çok seviyordu.“Dinle,” diyordu yürek yakan bakışlarını kuzguni harelere emanet ederken. “Dinle ki anla öldüğümü, seni öldürdüğümü sandığım her yerden! Sen sadece bir bıçaktın. Bense o bıçağın düşmanıma değil, kalbime saplanacağını hesaba katamayan bir zavallıydım...”Hercai’m...İlk ve son kez aldanmışlığım... İçime ateşler salanım...Yürek sızım... Meftun’um... Kalemim elimde mürekkeple ölesiye savaşıyor, önümdeki kâğıt çaresiz, ona derdimi anlatmamı bekliyor... Oysa ben sana dert diyemeyecek kadar çok seviyorum seni. Uğraşma diyor satırlar, boşuna debelenme. Ne yazarsan yaz, ne karalarsan karala, faydasız...Ona, kalbin gitti bir kere!