Karanlık sadece gökyüzüne ait değildi. Bazen duyguların dili olabiliyordu. Kalpse o dilin şekle büründüğü bir kaptı. Karanlıklar kalpten yeşermeye başladığında dönüp görünmez harflerle yazılan o dili okumak gerekiyordu. Ela, kalbinde depreşen karanlıklara gün doğmasına izin verebilecek miydi? Yusuf olmak iffetin temsiliydi. Kuyularda başlayan okul, edebin alfabesini hecelemekti. İffet ise sadece kadına hasredilen bir ahlak değildi. İffet erkeğin de üzerine giymesi gereken en güzel elbiseydi. Yusuf da öyle yaptı. Nefsiyle imtihanında erkeklere, Züleyha'ya karşı Yusuf olmayı öğretti. Ellerine baktığında hissettiği güç kalbinin derinliklerinden geliyordu. Kalbi ise Nemrutlarla yarışacak kadar cesurdu. Murat'ın burnundan giren sinek beynini değil, üzerine basıp çıktığı tüm dağlarını un ufak ediyordu. Arafta kalmak ise belki de en zoruydu. Bir yanın gece, bir yanın gündüz. Kübra gece ve gündüzün ateşinde yanarken, ne ben olmayı bildi ne de o... Yasak meyveyi ısırmak sadece ağızda değil, tüm bedende zehre dönüşüyordu. Gönül panzehrini ararken, Yusuf'un aynasında neler görebilecekti... Gençlik hata yapmak için ayrılmış bir lüks değildi. Erdem her yaşta güzel, her yaşta önemliydi. Meryem ve Emel, gece ve gündüzün dönüşümlü varlıklarında kendi temellerini inşa ediyordu. Gün onların da üzerine doğarken herkes kendi evinin aydınlığıyla baş başaydı. Toprak, mahzun, masum, kırılgan... Ateş, dumanını üfürmek için bakıyor... Kalbinde başlattığı kızgın ateş kendi cisminden bile daha yakıcı... Toprakla ezeli bir güreşe tutuşurken bazen yendi, bazen yenildi.