“Bu gemiye dünyanın değişik ülkelerinden çocuklar alıponları iyi insanlar olarak yetiştirdikten sonra kendi doğduklarıtopraklar dışında dünyanın herhangi bir yerine, tüm iklimlerdeve her tür toprakta kolaylıkla yetişebilen meşe palamutları gibibırakacağız. Onlardan, bırakıldıkları yerlerdeki iyi insanlarınsayısını çoğaltmalarını bekleyeceğiz. Bu, süt mayalamak gibi...Çocukları daha birkaç aylıkken gemiye almaya ve onlarıbırakacağımız topraklarda yetişmiş, eğitimli, aydın, şefkatlikadınların anneliği rehberliğinde üç yaşına kadar sevgi doluve doygun şekilde büyütmeye, sonra da anaokulu, ilkokul,ortaokul, lise ve üniversite eğitim süreçleri içinde gelişimlerinisağlamaya karar verdik. Bunların hepsi ama hepsi aynı geminin içinde...” Dünya denizlerinde dolanan bu geminin içinde büyüdüOğuz. Vakti geldiğinde bırakıldığı İstanbul şehri artıkolağanüstü gökdelenlerle çevrili bir tarih müzesiydineredeyse... Yollarda yürümeyi, yürürken ıslık çalmayı sevdiama en çok zihninde dolanan o melodinin sesini aradı, “Susun garip kuşlar ötmeyin susun, yetimler güzeli yavrumuyusun...” Kucağında büyüdüğü uzun saçlı kadın ve onun gölgesindegizlendiğini zannettiği geçmişi oralarda bir yerdeydi...