Kartal ölünce soğur koyağın rengi ve ırmak donar. Ege’de, solmakta olan bir son yaz gecesinin tavanına asılı eski bir çanın halatını çeken iğrenç bir iblistir karanlık. Kış, ölü bir ağacın yumuşaklığını giyinmiştir. Kumrular hüzünle susar ve yaprakların altında ıslanır yağmur ve gamsız bir ölüyü sürükler rüzgâr. Damar yolu zehiri akıtmak için hep açıktır ama sözün açtığı yara daha derindir zehirin açtığından. Ayva ağacının gölgesinde soğuyan küldür ölüm. Örste dövülür soluğu, hep tan vaktinde, pus çökerken geçer. Ve dilsiz taşları gibi hep susar, kıyısında adanın, sonsuzluğun kıyısında hep susar. Ve şair, gecenin çanları çalarken can kulesinde, Quasimodo’nun sesini duyuramadığı haykırıştır, sınır taşıdır, önünde hayat uzanıp giderken peşinde ölümün koştuğu... Gecenin Çanları’nda sis içinde kalmış yağmur serpintisinin, yakıp kavuran bir acının imbiğinden süzülmüş şiirler yer alıyor. Ölümün en büyük hakikat olduğunu bilen, hayatla ölüm arasındaki sarkaçta gidip gelen Kara Haykular...