Eşlik, Samuel Beckett’in karanlığı kanırttığı, ışıktan umudu iyice kestiği, uzun hikâyelerden oluşan müthiş bir seçki. “İnsan” adeta son soluğunu vermek üzeredir. Atmosfer puslu ve bulanıktır. Olay örgüsü neredeyse yoktur. Eylem yoktur. Anlam yoktur. Zaman, bükülür ve kırılır bir niteliktedir. Ağız değil, kulak ön plandadır: Bir ses geliyor karanlıkta sırtüstü uzanmış birine. Sırtındaki basınçtan ve gözlerini kapadığında ve yeniden açtığında karanlığın değişmesinden anlıyor bunu. Sesin söylediklerinin yalnızca küçük bir bölümü doğrulanabiliyor. Karanlıkta sırtüstü uzanmışsın, diye duyduğunda örneğin. Bu durumda söylenenlerin doğruluğuna inanmak zorunda. Ama söylenenlerin büyük bölümü doğrulanamıyor. Şunu duyduğunda örneğin: Şu ya da bugün geldin dünyaya. Hiçbir şey kesin değildir. Adı konulamayacak olan büyük ve telafisiz bir kayıp vardır sanki. Eşlik’teki hikâyelerin özneleri bu adsız kaybın etrafında dolanarak, sürünerek, düşüp kalkarak ama onsuz da yapamayarak içten içe çürüyüp dağılırlar. Şair-yazarın kelimelerle işi bitmemiştir henüz, her ne kadar kum gibi dağılsalar da ağızda...