“Artık gece yarısını geçtik... Çok yakında gece bitecek ve sonsuz şafak sökecek.” Antik Mısır’da doğan ve yüzyıllardır yaşamaya devam eden simyacı, özgür günlerinden çok uzakta, modern dünyanın kıskaçları arasında yaşamaya çalışmaktadır. Tekinsiz addedilen tarihî köşke taşındığında planı çoktan hazırdır. Meşum köşkteki davete icabet eden üç kişiyse sadece kendi hayatlarını değil tüm dünyayı değiştirecek bir teklife “evet,” dediklerinin farkında değillerdir. Terazinin diğer kefesindeyse insan azmanı bir mezar soyguncusu, iki yaşlı bekçi ve canlı canlı gömülen bir kadın vardır. Bu iki grubun arasındaki savaş halka halka büyüyerek herkesin savaşına dönüşecektir. Terazinin dengesini bozacak kişiyse yıllar önce ölen küçük bir kız çocuğudur. “Burada olanlar bir süre sonra her yerde başlayacaktı. Dünyayı saran asfalt kabuk kırılacaktı ve her şey geride kalacaktı; taş ve çelik yığınlarının arasında, külle kaplanmış bir beton artığına dönüşecekti. Geçmişten gelen tek şey, yitik şehirlerin mezar taşlarını andıran binaları olacaktı. Granitten, mermerden, betondan ve çelikten mezar taşları; yıkılmış, kırılmış, dökülüp ufalanmış tapınaklar ve mabetler; asfalt döşeli kompozit yüzeyler; mirasçısı olmayan bir dünya kalıntı… İçinde yaşadıkları dünya, ağaçların boy alıp, hayvanların cirit attığı bir hayaletler müzesine dönüşecekti. Metruk binalarla çevrili ölmüş şehirlere bakacaklardı ve kimse hikâyeyi bilmeyecekti.”