“Kahvaltıdan sonra Ece’nin dolabını açtım. Keskin bir naftalinkokusu burnuma doldu. Annem yeni naftalin paketleri asmışolmalıydı. Sanırım o kokunun etkisiyle Ece’nin bu zamana ait biri,benim kardeşim değil de çok çok eskiden yaşamış ve ölmüş yaşlıbir akrabam olduğu fikrine kapıldım. Böyle düşününce birdenuzaklaşıverdim ondan. Eti etimden koptu sanki, hafifledim.Kırmızı bir kazak, siyah bir kot ve onun giymeye kıyamadığısüet botlarını aldım dolaptan. Annem hiç istemez ona ait şeylerigiymemi. Ece’yi hatırlatıyormuşum ona. Her öyle dediğinde, “İyiya, belki beni o sanıp daha çok seversin?” diye lafı oturtmak geliriçimden ama diyemem tabii. Düşündüklerini söyleyebilenlerdenolmadım, o aşamaya hiç gelemedim. Aklımdan geçenleri elemedönüştürebiliyorum ancak.” “Cahide’nin romanlarında hiç kimseye güvenmeye gelmez. Hiçkimseyle özdeşlik kurmaya gelmez. Usul usul, dikkatsiz bir okumayla kaçırabileceğiniz ayrıntılarla bir örümcek ağı gibi üstünüze gerilen muamma hiç ummadığınız bir yerde ve zamandapatlayabilir. O da sizi roman boyu kandırmış çıkabilir. Onun dünyasının büyüsü de budur zaten. Evet, bütün iyi romancılar gibi Cahide de şunu bilir: En yalın anlatımıyla, hiçbir şey göründüğü gibi değildir.”–YILDIRIM TÜRKER