“Şimdi arkasından gelen ani bir rüzgâr esintisiyle istemsizce arkasına dönmüştü ve karşısında, gecenin karanlığının hükmedemediği tek nokta olan ışığın altına denk gelen merdivenin ilk basamağında, onu gördü. Karşısında, capcanlı, rengârenk ve apaydınlık bir şekilde parlayan onu… Kendisini… Evet, bu kadın kendisiydi. Yani kendisi gibi görünen bir başka kendisiydi çünkü aslında aynı da değillerdi. Belki aynı kişiydiler ama aynı değildiler. Bu, kendisi olan diğer kadın, garip, ürpertici bir enerji yayıyordu etrafına… Ya da ona… Sanki ondan daha aydınlıktı, saklanmaya ihtiyaç duymazdı. Kendisi ise şu anda da olduğu gibi her zaman gölgelerde saklanırdı, gölgelerde yaşardı, gölge gibi yaşardı, hatta onun kendisi gölgeydi.” Ece Yumuşakkaya, öykülerinin sınırlarını gerçekliğin ardına sarkıtarak, seçtiği kahramanların gerçekçi bir tasvirini yapıyor. İnsanın duygu dünyasının derinlerine inip zaman zaman kendi varlığını sorgulatıyor okura. Onları, gerçek mi yoksa sanrı mı olduğundan emin olunamayacak olaylar ve benlik algısında sapmalar, travmalar ve hatta kişilik bozuklukları çevresinde dolanan karakterleriyle alternatif bir dünyaya davet ediyor.