“İnsanoğlunun süratle çok farklı bir yere gideceğini fark ediyor o dakika. Bildiği, yaşadığı şekliyle dünyanın sonunun geldiğini anlıyor. Yeni bir tür insan çıkıyor yerin dibinden. Ölmeyen. Ölümsüz. Açlığının vahşiliği durdurulamaz bir boyuta ulaşmış, utanmaz bir yaratık yükseliyor. Bir çiçek görmek için yerleri tarıyor yürüdüğü patika boyunca. Hiçbir şey göremiyor. Nefes alamıyor.” Ölümü yok sayan insan, ölümsüzlükle karşılaşınca bir şey değişir mi doğasında? Yoksa insan hep aynı insan olarak mı kalır? Günümüz İstanbul’unda, birbirinden çok farklı karakterler, bu ve benzer soruların yüküyle, zamanın kollarında ölümsüzlükle dans etmeye çalışıyor. Ölümsüzlük denilen akılalmaz değişikliğe ve birbirlerine direnirken; sevgiyi, bağlılığı, aileyi ve alışkanlıkları sorguluyorlar kendi yöntemleriyle. Belki de dertleri ölüp ölmemek değil, yaşayamamak.